25 Mayıs 2010 Salı

tüketimde pratizm

tamam pratizm diye bir şey yok. tamamen bir tarafımdan uydurdum. ama pratik zekamla övünen biri olarak hıhıhizmden sonra yeni akımım olabilir aslında.

tüketimde ise şöyle cereyan ediyor bu pratizm. artık ürünlerin ambalajının cafcaf, renk ve kımıl durumundan etkilenecek yaşı geçtiğimden o ürünün ambalajının pratikliğine bakıyorum. nasıl mı?

mesela az evvel fark ettim ki diğer markalar yerine pınar'ın yoğurdunu tercih ediyorum. evet bütün yoğurtların kabı, kutusu yerleşimi neredeyse birebir aynı ama ufak bir ayrıntı mevcut: pınar son kullanma tarihini açarken yırttığınız ambalaja değil de onun hemen üstündeki şeffaf plastik kapağa basıyor. böylece yoğurdu buzdolabının bir kenarında unutmaya meyilli bendeniz o ambalajı yırtıp attığımda kapağa bakarak son kullanma tarihi hakkında fikir edinebiliyorum. pratizm 1

meyve suyu ise aslında soft-drink tasması altında tükettiğimiz bir sürü ıvır zıvır içinde en faideli içecek olmakla beraber, bardağa doldurulması köpürmese de sağa sola sıçramayı sevdiğinden işkence dolu bir sürece sahip. buna istinaden de lezzet bir kenara artık kutulardaki deneyimlenmiş dökme mekanizmalarından en bir beğendiğim markayı tercih ediyorum sanırım. pratizm 2

bu akımı sevdim. güzel de aktardım sanırım. pratizm üçe ayrılır. bu tüketimde ambalaj pratizmiydi diyelim. devamı gelecek gibi gibi...

23 Mayıs 2010 Pazar

insomnia

öyle bir hap yapsınlar istiyorum ki insomnia'ya çözüm bulduk diyip adını insomnia koymasınlar. böylece anneannem bile insomnia kelimesini gündelik yaşamında telaffuz eder hale gelebilmesin.

aslında öyle bir hap olsun ki uyutmak yerine uyutmasın. (tam burada kafein demeyin çünkü duyarsızlaşmış biri için belli bir orandan az kafein pek bir şey ifade etmiyor.) öyle uyutmasın ki uyku düzenimiz bozukken bir günü rahat uykusuz geçirip düzene girebilelim. hatta günde maksimum dört saat filan uyuyup kurtulalım uyku sevdasından. hem hızlı yaşayıp genç ölmez miyiz böylece?

denemeye değer bence. hatta denek lazımsa ayarlayabilirim. hele bir şeyler keşfedin de siz.

en kurnaz, en dolandırıcı insan bile borç takamaz ya uykuya. bari bilim adamları bir şey yapsın. afedersiniz, bilim insanı...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

10 Mayıs 2010 Pazartesi

play off uykusu

play off zamanı uyku çok tuhaf bir kavram benim için. hatta olmayan bir kavram.

borç takamıyorsun ya uykuya, zaten doğru düzgün uyku düzenin yokken bir de bünyeni amerikan yaz saati uygulamasına geçirince iyice şebek oluyorsun. tam sapiens'in sapı olmuşken bir de bakıyorsun ki gün bitmiş, akşam olmuş, hava kararmış.

arada müşteriler aramış, onlarla muhattap olunmuş. iş mevzuları rüyalarla iç içe geçmiş, yarı gerçek yarı hayal bir dünyada dört duvar arasında dolanıyorsun öyle.

peki aklımdan zorum mu var? var galiba, oynuyorlar da bana mı oynuyorlar sanki?

hayır ama bu sene azıcık epik olmasa çoğu maç hakkaten izlemem.

çabuk geçsin şu üç hafta...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

prensip = x

x bir değişken değil bu denklemde. her windows penceresinin sağ üst köşesinde bir x olur ya. pencereyi kapatmaya yarar. işte ondan.

bir sürü prensip penceresi düşünün. sonra müsait bir yere sağ tıklayıp döşe komutu verin. ekranda tüm prensip kutucukları yan yana gelecek şekilde dizilsin.

eskisi kadar sabırlı ve idealist olmadığımdan o kutucukları gına geldikçe birer birer kapatıyorum artık. kapatmakla bitse iyi.

bu kutular farkında olmadığınız öyle küçük ipliklerle birbirine bağlı ki birinden vazgeçip onu kapattığınızda ona bağlı olan bir iki kutucuk daha peşinden sürüklenip bir süre sonra kayboluyor.

sonra gözlerinizi kapatıp açtığınızda bir bakıyorsunuz ki o kapattığınız kutucuk kendiliğinden geri gelmiş ama diğer ikisi ortalarda yok.

o kadar farazi şekilde anlattım ki ben bile tam anlamadım neden bahsettiğimi.

6 Mayıs 2010 Perşembe

parnassus kaç aktörü harcadı?

yine bir filmden devam.

terry gilliam yönettiği için izlemesi zaruri filmlerdendi "the imaginarium of dr. parnassus". ama daha çok adını heath ledger'ın oynarken öldüğü film olarak duyurdu. o açıdan farklı bir kesimde, yani heath ledger jokeri hayranlarında aman da aman bir beklenti oluşturdu. ama çocuklar, el çırpmayı bırakın. terry gilliam söz konusu.

başroldeki heath ledger ölünce iptal noktasına gelen filmi başa ve ortasına yaptığı yamalarla bence inanılmaz iyi kotarmış terryciğimiz. ne de olsa senaryo da hikaye de benim, topu keser küp yaparım onla da oynarız diyor.

hakikaten de oynuyoruz.

yine terry gilliam ağırlığında ve karmaşıklığında başlıyor film. 1800'lerden çıkıp gelmiş atlı kabare arabasının günümüz londrasında gezinmesi inanılmaz bir görsel. beklenen terry gilliam düzeyindeki belirsizliklerin içinde bir sürü imge gizli. oturup salim kafayla izlendiğinde her izleyen birbirinden farklı okumalar çıkartabilir. hele şeytanı tom waits oynayınca neler neler okunuyor.

ledger meselesi ise popülizm yaratıp o hitap ettiği popülist insanların filmi beğenmemesiyle neticeleniyor. işin kötüsü ledger'ın rolünü önce johnny depp, ardından jude law ve colin farrell devam ettiriyor. gilliam meseleye bu üç kafadarı dahil etmeyip adı duyulmamış, ledger mimikli aktörler kullansa belki daha çok içime sinerdi film. daha fazla popülistleşmenin mantığı yok çünkü.

***

herkes ledger joker rolünü çok içerlemiş diye tartışırken aslında o, parnassus'un aynasının derinliklerinde kaybolmuştu. dolayısıyla dr. parnassus sadece ledger'ın kendiyle yüzleşip altın vuruş yapmasını sağlamadı. bu rolde üç aktör daha farklı şekilde olsa da harcandı kanımca.

bir de hala "o yeah heath ledger" diyip üzerine derin bir iç geçirip göklere çıkartıyor, efsaneleştiriyorlar bu adamı. yahu adam en altınından vurmuş işte koluna... insan garip bir varlık. elinde ne kadar fazla şey olursa olsun yine kafayı bozup daha fazlasını isteyip kendini mutsuz etmeyi başarıyor. veya davranış bozukluğu olan insanlara hayran oluyor.


aferin ledger. çok iyi düşünmüşsün.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

vaviyen

kara mizahın en siyah örneklerini izlediğimden olsa gerek, vavien hakkında söylenenlerin aksine gayet tırt geldi bana.

film sayesinde ise tek bir şey fark ettim:

bizim yazlıkta da katlar arasındaki lambanın anahtarlarında vaviyen düzeneği var. yani birinden açıp ötekinden kapatabiliyoruz lambayı. o zamanlar yaygın olmayan bir şey olduğundan, ya da ben katlı ev denen teknoloji ile yeni tanıştığımdan çok harika, dahice bir buluş gibi görünmüştü gözüme.

ama şimdi düşününce. biz o vaviyeni hiç doğru dürüst kullanmadık ki! o lamba tek başına hem alt kata hem de üst kata bir nebze ışık verdiğinden hep gece lambası şeklinde riayet görür. sonuç olarak onu yakan üst kata da çıksa alt kata da inse tekrar söndürme gereği duymaz.

sabah uyanıp söndürünce de nereden söndürdüğün pek önem kazanmıyor tabi...

gitti mi güzelim vaviyenin karizması?