2 Temmuz 2010 Cuma

gone to sleep

Moby'e hayran kalma sebepleri no: 17 -> adam oturup bir gün içerisinde böyle bir şarkı üretip üzerine böyle bir vokali bulup koyabiliyor. yapıyor bunu...


ismini bundan böyle bol bol google'layacağımız hanım ise kelli scarr


21 Haziran 2010 Pazartesi

pazartesi

içimden bir ses bugün çok uzun olacak diyor.

***



akşam ondan sonra da "en uzun günümüz böyle olsun" diyerek esprimi tamamlayacağım. bayiinizden ısrarla isteyiniz.

5 Haziran 2010 Cumartesi

mutantik devir

domateslerin artık daha az mutantik olduğunu düşünüyorum. yeni devirle birlikte biraz insanlaştılar sanırım. artık ufaktan domates alıp tüketmeye başlayabiliriz.

ayrıca devir demişken bob dylan'ı canlı izlemek kişisel tarihimde bir milad niteliği taşıyor diyebiliriz. hayatı da şimdilik bob dylan'dan önce ve sonra diye ikiye ayıralım. taa ki 26 senedir ikamet ettiğim evden taşınana kadar...

gayet boş bir giri oldu ama idare edelim lütfen. (idare edemem anne temalı reklamdan tiksiniyorum)

kendime not:
# rainy day women # 12 & 35
# lay, lady, lay
# i'll be your baby tonight
# stuck inside of mobile with the memphis blues again
# just like a woman
# honest with me
# a hard rain's a-gonna fall
# cold irons bound
# most likely you go your way (and i'll go mine)
# spirit on the water
# highway 61 revisited
# masters of war
# thunder on the mountain
# ballad of a thin man
# like a rolling stone
# all along the watchtower

25 Mayıs 2010 Salı

tüketimde pratizm

tamam pratizm diye bir şey yok. tamamen bir tarafımdan uydurdum. ama pratik zekamla övünen biri olarak hıhıhizmden sonra yeni akımım olabilir aslında.

tüketimde ise şöyle cereyan ediyor bu pratizm. artık ürünlerin ambalajının cafcaf, renk ve kımıl durumundan etkilenecek yaşı geçtiğimden o ürünün ambalajının pratikliğine bakıyorum. nasıl mı?

mesela az evvel fark ettim ki diğer markalar yerine pınar'ın yoğurdunu tercih ediyorum. evet bütün yoğurtların kabı, kutusu yerleşimi neredeyse birebir aynı ama ufak bir ayrıntı mevcut: pınar son kullanma tarihini açarken yırttığınız ambalaja değil de onun hemen üstündeki şeffaf plastik kapağa basıyor. böylece yoğurdu buzdolabının bir kenarında unutmaya meyilli bendeniz o ambalajı yırtıp attığımda kapağa bakarak son kullanma tarihi hakkında fikir edinebiliyorum. pratizm 1

meyve suyu ise aslında soft-drink tasması altında tükettiğimiz bir sürü ıvır zıvır içinde en faideli içecek olmakla beraber, bardağa doldurulması köpürmese de sağa sola sıçramayı sevdiğinden işkence dolu bir sürece sahip. buna istinaden de lezzet bir kenara artık kutulardaki deneyimlenmiş dökme mekanizmalarından en bir beğendiğim markayı tercih ediyorum sanırım. pratizm 2

bu akımı sevdim. güzel de aktardım sanırım. pratizm üçe ayrılır. bu tüketimde ambalaj pratizmiydi diyelim. devamı gelecek gibi gibi...

23 Mayıs 2010 Pazar

insomnia

öyle bir hap yapsınlar istiyorum ki insomnia'ya çözüm bulduk diyip adını insomnia koymasınlar. böylece anneannem bile insomnia kelimesini gündelik yaşamında telaffuz eder hale gelebilmesin.

aslında öyle bir hap olsun ki uyutmak yerine uyutmasın. (tam burada kafein demeyin çünkü duyarsızlaşmış biri için belli bir orandan az kafein pek bir şey ifade etmiyor.) öyle uyutmasın ki uyku düzenimiz bozukken bir günü rahat uykusuz geçirip düzene girebilelim. hatta günde maksimum dört saat filan uyuyup kurtulalım uyku sevdasından. hem hızlı yaşayıp genç ölmez miyiz böylece?

denemeye değer bence. hatta denek lazımsa ayarlayabilirim. hele bir şeyler keşfedin de siz.

en kurnaz, en dolandırıcı insan bile borç takamaz ya uykuya. bari bilim adamları bir şey yapsın. afedersiniz, bilim insanı...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

10 Mayıs 2010 Pazartesi

play off uykusu

play off zamanı uyku çok tuhaf bir kavram benim için. hatta olmayan bir kavram.

borç takamıyorsun ya uykuya, zaten doğru düzgün uyku düzenin yokken bir de bünyeni amerikan yaz saati uygulamasına geçirince iyice şebek oluyorsun. tam sapiens'in sapı olmuşken bir de bakıyorsun ki gün bitmiş, akşam olmuş, hava kararmış.

arada müşteriler aramış, onlarla muhattap olunmuş. iş mevzuları rüyalarla iç içe geçmiş, yarı gerçek yarı hayal bir dünyada dört duvar arasında dolanıyorsun öyle.

peki aklımdan zorum mu var? var galiba, oynuyorlar da bana mı oynuyorlar sanki?

hayır ama bu sene azıcık epik olmasa çoğu maç hakkaten izlemem.

çabuk geçsin şu üç hafta...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

prensip = x

x bir değişken değil bu denklemde. her windows penceresinin sağ üst köşesinde bir x olur ya. pencereyi kapatmaya yarar. işte ondan.

bir sürü prensip penceresi düşünün. sonra müsait bir yere sağ tıklayıp döşe komutu verin. ekranda tüm prensip kutucukları yan yana gelecek şekilde dizilsin.

eskisi kadar sabırlı ve idealist olmadığımdan o kutucukları gına geldikçe birer birer kapatıyorum artık. kapatmakla bitse iyi.

bu kutular farkında olmadığınız öyle küçük ipliklerle birbirine bağlı ki birinden vazgeçip onu kapattığınızda ona bağlı olan bir iki kutucuk daha peşinden sürüklenip bir süre sonra kayboluyor.

sonra gözlerinizi kapatıp açtığınızda bir bakıyorsunuz ki o kapattığınız kutucuk kendiliğinden geri gelmiş ama diğer ikisi ortalarda yok.

o kadar farazi şekilde anlattım ki ben bile tam anlamadım neden bahsettiğimi.

6 Mayıs 2010 Perşembe

parnassus kaç aktörü harcadı?

yine bir filmden devam.

terry gilliam yönettiği için izlemesi zaruri filmlerdendi "the imaginarium of dr. parnassus". ama daha çok adını heath ledger'ın oynarken öldüğü film olarak duyurdu. o açıdan farklı bir kesimde, yani heath ledger jokeri hayranlarında aman da aman bir beklenti oluşturdu. ama çocuklar, el çırpmayı bırakın. terry gilliam söz konusu.

başroldeki heath ledger ölünce iptal noktasına gelen filmi başa ve ortasına yaptığı yamalarla bence inanılmaz iyi kotarmış terryciğimiz. ne de olsa senaryo da hikaye de benim, topu keser küp yaparım onla da oynarız diyor.

hakikaten de oynuyoruz.

yine terry gilliam ağırlığında ve karmaşıklığında başlıyor film. 1800'lerden çıkıp gelmiş atlı kabare arabasının günümüz londrasında gezinmesi inanılmaz bir görsel. beklenen terry gilliam düzeyindeki belirsizliklerin içinde bir sürü imge gizli. oturup salim kafayla izlendiğinde her izleyen birbirinden farklı okumalar çıkartabilir. hele şeytanı tom waits oynayınca neler neler okunuyor.

ledger meselesi ise popülizm yaratıp o hitap ettiği popülist insanların filmi beğenmemesiyle neticeleniyor. işin kötüsü ledger'ın rolünü önce johnny depp, ardından jude law ve colin farrell devam ettiriyor. gilliam meseleye bu üç kafadarı dahil etmeyip adı duyulmamış, ledger mimikli aktörler kullansa belki daha çok içime sinerdi film. daha fazla popülistleşmenin mantığı yok çünkü.

***

herkes ledger joker rolünü çok içerlemiş diye tartışırken aslında o, parnassus'un aynasının derinliklerinde kaybolmuştu. dolayısıyla dr. parnassus sadece ledger'ın kendiyle yüzleşip altın vuruş yapmasını sağlamadı. bu rolde üç aktör daha farklı şekilde olsa da harcandı kanımca.

bir de hala "o yeah heath ledger" diyip üzerine derin bir iç geçirip göklere çıkartıyor, efsaneleştiriyorlar bu adamı. yahu adam en altınından vurmuş işte koluna... insan garip bir varlık. elinde ne kadar fazla şey olursa olsun yine kafayı bozup daha fazlasını isteyip kendini mutsuz etmeyi başarıyor. veya davranış bozukluğu olan insanlara hayran oluyor.


aferin ledger. çok iyi düşünmüşsün.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

vaviyen

kara mizahın en siyah örneklerini izlediğimden olsa gerek, vavien hakkında söylenenlerin aksine gayet tırt geldi bana.

film sayesinde ise tek bir şey fark ettim:

bizim yazlıkta da katlar arasındaki lambanın anahtarlarında vaviyen düzeneği var. yani birinden açıp ötekinden kapatabiliyoruz lambayı. o zamanlar yaygın olmayan bir şey olduğundan, ya da ben katlı ev denen teknoloji ile yeni tanıştığımdan çok harika, dahice bir buluş gibi görünmüştü gözüme.

ama şimdi düşününce. biz o vaviyeni hiç doğru dürüst kullanmadık ki! o lamba tek başına hem alt kata hem de üst kata bir nebze ışık verdiğinden hep gece lambası şeklinde riayet görür. sonuç olarak onu yakan üst kata da çıksa alt kata da inse tekrar söndürme gereği duymaz.

sabah uyanıp söndürünce de nereden söndürdüğün pek önem kazanmıyor tabi...

gitti mi güzelim vaviyenin karizması?

28 Nisan 2010 Çarşamba

su kaybı

alkol tüketimi vücutta su kaybına neden olur ya hani. ertesi sabah uyandığınızda ağzınız kupkuru olur ve inanılmaz bir su tüketimi ihtiyacı hissedersiniz. en yakın damacanaya ağzınızı dayayıp pompaya basarsınız. ardından daha da yakın bir kanepeye tekrardan uzanıp uykuya devam edersiniz. daha medeni yollar da tercih edilebilir tabi.

işte bu mevzuda alkolden daha etkili bir bileşen var: köfte!!

evet köfte.

iki denek alıp birini geceden alkole, ötekini de köfteye yatırın. bakalım sabah kalktığında hangisi daha çok su tüketecek, kontrol edin.

cevap köfteye yatırılan olacaktır.

önemli not: denekleri önceden ipanayla fırçalamak yasak.

27 Nisan 2010 Salı

doğaçla-ma

bir insanın uzun, bitmek bilmeyen cümlelerinde küçük bir şey yakalamak, kısa küçük cümlelerinde büyük şeyler yakalamaktan daha zor bazen.

hani bir arkadaşınız veya beraber iş yaptığınız kişi, bir an aslında gerçek olmayan bir şey söyler. yalan diyemezsiniz ona. bahane belki, o anın gereğidir. ani çıkmıştır ortaya. siz de o kişinin öyle bir insan olduğunu genelde bildiğinizden o lafın uydurma olduğunu anlasanız da o lafa uyup ona göre yeni bir yol çizmeniz gerekir.

insanları idare etmek bu kadar kolay aslında. tabi bu kural arada samimiyet olmazsa geçerli. işin içine samimi olduğunuz biri girdiğinde başka şeyler bekliyor insan.

daha bana ifade edilmeden çoğu şeyi değil de, her şeyi bilen bir insan olsaydım hayat zevksiz olurdu zaten.

26 Nisan 2010 Pazartesi

lanet

doğum günlerimin lanetli olduğunu artık düşünmüyorum. eminim.

çözüm olarak da inanılmaz planlar içerisindeyim. önce doğum günümü belirten, bilgi sızdıran bütün kaynakları tek tek kurutacağım. ardından da nüfus cüzdanındaki ay ve gün hanesini kazıyıp silersem sorun kalmaz. yılla ilgili bir problemim yok ne de olsa.

çevrem de yeterince unutkan insanlarla çevrili olduğundan en geç iki sene içerisinde sonuç verecektir bu plan.

ileride illa kutlamak filan istersem izafi bir tarih yaratabilirim. böylece o tarih yakınlarında bir haftalık ev kampı yapıp hiçbir yere çıkmayabilirim.

metucular da lütfen tekrar mayısta yapsınlar conventionlarını.



ayrıca "i am the cosmos, i am the wind"

18 Şubat 2010 Perşembe

tepkisizlik tepkisi

telefondan devam ediyorum.

yolda yürürken yanınızdan geçen kişi bir şeyler söyler. önce size söylediğini sanıp tepki verir, anlam vermeye çalışarak döner bakarsınız. ama o sizin orada olduğunuzdan bile bir haberdir. o an kendi kendine konuştuğunu düşünmeye başlarsınız ki kulağındaki telefon kulaklığı veya o çok aşmış(!) teknolojili kablosuz bluetooth kulaklığı görürsünüz ve "haaa! telefonla konuşuyormuş" ifadesi oluşur yüzünüzde.

son birkaç senedir bu böyle süregeliyordu. ama nitekim en azından benim için değişmiş. şartlı refleksimin şartını değiştirmişim. artık yolda yürürken biri bir şey diyince dönüp bakmıyormuşum "bana kim ne desin ki telefonla konuşuyordur kesin" diye düşünerek. nitekim dün teyzenin biri arkamdan tekrar seslenmek zorunda kaldı.

12 Şubat 2010 Cuma

evrensel dil blackberry

geçen yine saat mecburiyetiyle dolmuşa bindim. bilenler bilirler; dolmuşlardaki resmi dil kürtçedir. ve %78 oranla şoförün yanında aralarında kürtçe anlaşabildiği bir arkadaşı olur. -zaten bu arkadaşların görevi gün boyu bir yerden bir yere giderken arkadaşın dolmuşundan yararlanıyormuş imajı vererek seyahat etmektir.-

nitekim şoför ile bu arkadaşın illa üzerinde koyu koyu sohbet edecekleri bir meseleleri vardır. yol boyu da siz anlamadığınız için bar bar bağırarak gayet rahat konuşurlar. dikkatli dinlerseniz arada bazen bir iki türkçe kelime de yakalarsınız. ilginç olan ise türkçe'ye artık sağlam yerleştiğini kimsenin inkar etmediği ingilizce onlara neden yerleşmesin? çok da sağlam yerleşmiş, evet. yakaladığınız kelimeler dil değiştiriyor artık.

şahit olduğum diyalog tam olarak şöyleydi:

- %&+/'!+
- &/é?%& %&/%+^'?
- %+%/(( blackberry
- blackberry %+/%&&/)%+'
(içses) - aha telefondan bahsediyorlar, anladım!